İnsan, doğası gereği sosyal bir varlık. Kimimiz futbol takımı tutar gibi siyasi görüş tutuyoruz, kimimiz ideolojileri bir din gibi benimsiyoruz, kimimiz de içine doğduğumuz topluluğun düşüncelerini sorgulamadan kabul ediyoruz. Peki, bu kadar “aidiyet” duygusuyla kuşatılmışken, objektif olmak neden bu kadar zor geliyor? Çünkü objektif olmak, biraz yalnız kalmayı gerektiriyor. Kimsenin tarafında değil, gerçeğin tarafında durmak... Ama kim ister ki gerçeğin tarafında yalnız kalmayı? Hele ki gerçek, bizi rahatsız ediyorsa!
Özellikle Suriye meselesi gibi karmaşık konularda objektif olmak, neredeyse imkânsız hale geliyor. Çünkü herkesin bir “taraf”ı var. Kimi “Bizimkiler haklı!” diye haykırıyor, kimi “Onlar terörist!” diye öfkeyle bağırıyor. Peki, ya ikisi de haksızsa? Ya da ikisi de hatalıysa? Aman, sakın böyle bir şey söylemeyin! Yoksa sizi hemen karşı tarafın ajandasını savunan biri ilan ediverirler. Çünkü bu topraklarda “objektif olmak”, neredeyse “hainlik” ile eş anlamlı. Bir tarafın yanlışını söyledin mi, hemen ötekinin savunucusu oluverirsin. Sanki dünya siyah ve beyazdan ibaretmiş gibi!
Örneğin, Suriye’deki bir olayı ele alalım. Diyelim ki bir siyasi partinin desteklediği grup, sivillere yönelik bir saldırı düzenledi. Eğer siz bu partinin destekçisiyseniz, muhtemelen olayı görmezden gelir, “Ama onlar da şöyle yaptı, böyle yaptı!” diye savunmaya geçersiniz. Karşı tarafın yaptığı bir hatayı ise büyük bir öfkeyle kınarsınız. Peki, ya siz bu partinin karşısındaki taraftaysanız? O zaman da tam tersini yaparsınız. Yani, olayın gerçekleri değil, “tarafınız” önemlidir. Gerçekler, tarafınızın lehine değilse, o gerçekler yok sayılır. Çünkü bizim için önemli olan, “haklı çıkmak” değil, “tarafımızın haklı çıkması”dır.
Bir de şu var: Taraf tutmak, beynimizi öyle bir rehin alıyor ki, en saçma argümanları bile savunabilir hale geliyoruz. Mesela, “Bizim tarafın yaptığı her şey doğrudur, çünkü onlar bizim tarafımız!” mantığıyla hareket ediyoruz. Bu, tıpkı bir futbol maçında hakemin her kararını takımınız lehine yorumlamaya benziyor. Penaltı verildi mi, “Hakem harika!”; karşı tarafa verildi mi, “Hakem kör mü?” diye bağırıyorsunuz. Aynı şey siyasi meselelerde de geçerli. Bizim taraf yaptı mı, “Stratejik hamle!”; karşı taraf yaptı mı, “Vahşet!” oluyor.
Peki, neden böyleyiz? Çünkü taraf tutmak, bize bir kimlik veriyor. Bir gruba ait olmak, kendimizi güvende hissettiriyor. Ama bu aidiyet duygusu, bizi öyle bir körleştiriyor ki, gerçekleri görmekten alıkoyuyor. Oysa gerçekler, taraf tutmaz. Gerçekler, ne bizim tarafımızdadır ne de karşı tarafın. Gerçekler, sadece gerçektir.
Suriye örneğine dönecek olursak, bu mesele üzerine konuşurken herkesin bir “taraf”ı var. Kimi Esad’ı savunuyor, kimi muhalifleri destekliyor, kimi de uluslararası güçlerin hamlelerini övüyor. Ama kimse, “Herkes hatalı olabilir mi?” diye sormuyor. Çünkü bu soruyu sormak, tarafınızı sorgulamak anlamına geliyor. Oysa gerçek, muhtemelen herkesin biraz hatalı olduğu yerde gizli. Ama bunu kabul etmek, egomuzu zedeliyor. Çünkü biz, “Biz haklıyız!” demeye alışkınız. “Biz de hatalı olabiliriz” demek, bizim için bir tür yenilgi.
Sonuç olarak, objektif olmak, bir nevi “tarafsız bölge”de durmak gibi. Hem bu bölge biraz soğuk, hem de her iki tarafın da ateşine maruz kalma riskiniz var. Ama yine de denemeye değer. Çünkü ancak o zaman gerçekleri görebilir, sağlıklı bir şekilde eleştirebilir ve belki de dünyayı biraz daha iyi bir yer haline getirebiliriz. Tabii, bu arada karşı tarafın sizi “hain” ilan etme ihtimaline de hazırlıklı olun. Ne de olsa, objektif olmak, bu topraklarda hâlâ tehlikeli bir iş!
Dipnot: Objektif olmaya çalışırken, her iki tarafın da size kızacağını unutmayın. Ama merak etmeyin, bu durumda en azından “tarafsız” olduğunuzu kanıtlamış olursunuz. Ya da belki de sadece herkesin gözünde “iki yüzlü” olursunuz. Kim bilir?